18 Nisan 2023 Salı

Fatma Betül Bayram // ONSUZLUĞA


I.

Yolculuk uzun bir hikayenin girizgahı.

Hikaye biraz acıklı

İçinde barındırıyor heyecanı, korkuyu, özlemi, cesareti, aşkı.

Yollar çıkmaz vuslata, bazen sırtlanır vedayı.

Keşke korkusuzca söyleyebilsem içimdeki tüm şarkıları.

II.

Vuslatın bağrını delen gitmek sana hangi şiir yakışır? Yakama taktığım karanfilden tanı beni

belki ardımdan bir ağıt yakılır.

III.

Omzuna bir acı türkü yükleyenlerin nakaratıdır uzaklara dalmak.

IV.

Acım kursağımda kaldı.

V.

Şair öldüğü için yazar, yazdığı uğruna ölür.

VI.

Bu coğrafyada dağlar kıyısızlığa paralel, kıyısı olmayanlar dağlara dik.

VII.

Gün batıyor canıma sensiz geceyi nasıl gizler gözlerin benden?

VIII.

Şiirlerle donattığımız Eylül'den bir mısra da Kasım'a ayırsaydık kasımpatılara da hakkını

vermiş olurduk.

IX.

Aralık bırak kapını gönlünden içeri aşk sızabilsin, Bırak, Aralık aşkı müjdeleyebilsin.

X.

...

x'i yalnız bırakın.

13 Nisan 2023 Perşembe

Erol Kaf | GÖĞÜ MEKAN TUTMUŞ BİR ÇOCUKLUKTAN KALAN KÜÇÜK ŞEYLER

 

bu gün gördüm.
kapının önünde açılmış mavi bir çiçek.
mavinin bir çiçeğe bu kadar yakışacağını ummazdım.
ya da bir çiçeğin maviye.
mavi bir renk değildir dedi m.
m. ile tanıştığımda 14 yaşımdaydım.
kasımdı sanırım ya da soğuk bir eylül

-biz zaten hep leylinde kalırdık soğuk günlerin-


hangisi soğuk şimdi ona kafa yoracak değilim.
m. benden bir yaş büyük.
babasının müzik seti vardı.
bizim yoktu. 
ama m. müziği benim müziği sevdiğim kadar sevmezdi.
yıllar sonra bir mavi çiçek bana m.'yi hatırlattı.
m.'lerin bahçesinde kasım ayında bile top top açan kırmızı ateş gülleri vardı.
bizim bahçemiz vardı.
babamın ve annemin aklına gül dikmek gelmemiş.

-güller de babamın bahçesine gelecek vakit bulamamış-


benim de gelmedi.
kapının önünde oturup mavi çiçeğe sordum.
-müzik sever misin?



Mert Bayram | HAYATIN MASAYA BIRAKTIĞI NOTLAR


1.

Hey! Sana sesleniyorum

Köprünün ayağını hırpalayan sana

Kuşlara sırtını dönen!

Sana değil

Yakınsa sabahın ter kokusu burnuma

Uykum maziyi rüyama çekerken bile

Kan hala nasıl sende değil?

Kalsın şu gök, toprak çehrende

Yeşerir ruhum her dem

Demir yüklü doğan gebeler

Gebedir göğe ermeye

Bir kalfa bırakılmış değil avluya

Perdeler taştan bir kale

Masanın üzerine bırakılmış

Bir harabe gibi Sen

Ah şu baharı bir bilsen

Ağlarsın o gök, toprak çehrenle

2.

El mer'u mea men ehabbe

Vakit aya bulanıyor

Vazgeçsin güneş tohum satmaktan

Vazgeç sevdaya

Kitin yüzlü sayfalarsa kalsın yanında

Sen en sersem vakti uyumayı

Masaya karşı duran ayak sesleri sanma

Vakit geç

Ay solumakta geceyi

Toprak göğe haber salmakta

Zaten kopmadı, koptu görünen tufan

Aldıran olmadı suya

Bir dağ lazımdı, tutunacak

Kalmadı tutacak el ne de kafa

El meru mea men ehabbe

Kalk sabah seni çağırıyor boğmaya

Fatih Tezce | DİYETİSYENDEN İZİN ALINARAK YAZILAN ŞİİR



gemileri yüzdürerek karadan

bir şehri almış gibi

düşmanlarınızın bakışlarından

kurtardınız bedenlerinizi

sanki!


balkonun güneşe en yakın mermerinde

sokaktan geçenleri selamlayan

yalnız ve de suyuna tutunmuş gülü

ne zaman seyredecektiniz?

ne zaman seyredeceğiz o gülü seninle

diyet günleri bitince mi?

kıyafetlerinizin bir tarafından

ısrarla tutunmaya çalışan

papatyanın kollarını

ne zaman göreceksiniz?

ne zaman koparacağız yapraklarını papatyanın

seviyor sevmiyor diye seninle

diyetisyenlerin izin gününde mi?

12 Nisan 2023 Çarşamba

Osman Çakan | Ters Yöne Bakan Hayat

 Ruhumun darağacına asılan yalnızlık

İyi bakıyor mu sana dünya


Yönümü düze çeviren iyilik 

kalbimi sıkı tut

Yaralarımın üzerinde duran hayat

Çek artık üzerimden izini


Ey yanlış yola sapan direniş 

seni unutmayacağım

Gözlerime perde olan sevgilim 

seni de.


11 Nisan 2023 Salı

İBRAHİM TEKPINAR | OTİS TARDA*


Kendini beğenmiş Tahta At'ı çıkardılar sonra,

Yayıldı ortalığa yanık sedre kokusu.

Huylandı öbür atlar bu büyülü kokudan.

Sonra göründü Muhammed'in damadı Ali'ye

Benzer iyi huylu Düldül, edep yeri kapalı,

Dolandı çok tanrılı atlar arasında ağır ağır, 

Melih Cevdet Anday


Çamurdan sıvayla sıvanmış ahırın, güneş doğuran penceresinden buğu misali at kişnemesi

yükseldi.

İçteki mavi demir kapıyı, avuç içimle yumrukladım. Demirin sertliğini avucumda hissettim

de kalbim sertleşsin istedim. Güm, güm güm.... Perde araladı. Kapı açıldı. Desenleri bin

yıldan kalma Adıyaman halısı uçan halıymış gibi sırtladı bizi. Sırtlayıp Kaf Dağı’na

götürmekten usanmış halde yanı başımızdaki tepeye bıraktı. O zaman gri atı rüzgarla

yarıştıran onu gördüm. Dimdik ayaktaydı. O tepeyi nasılda hızlı çıkıyordu. Bizse pencereden

geçerken izlemiştik de aynadan küçüle küçüle uzaklaşmıştı. Sonra aile büyüklerinden birileri

gelince rüyadan uyanmışçasına ayaklandık. Sustuk hep beraber, şaşırdık da “ölü evine teselli

vermeye gelmiş insan “çaresizliği içinde çırpındık bir süre. Sonunda çölde bir yol bulmuş

gibi birileri eski anıları yokladı. Tahta somyalardan birinin kenarına at misali bindiğim

demlerden kalma amcam anıldı. Ölünce bir tek kavalı kaldı. Geliniyse yıllarca çile çekmiş

olmasına rağmen mağrur bir şekilde “Tek hatırası bu! Çok kişi istedi, kimselere vermedim”

deyip madalya misali kavalı saklamıştı. Zayıf, uzun ve ince bıyıklarıyla tek tük kelamları

aklımın köşesine kazınmıştı. Bir çizgi filmde gördüğüm silahtan açıldı konu “içine barutu

koyup” taş ve çakıl sıkıştırıldıktan sonra patlatılan bir silahtan bahsedince amcama sıra

gelmişti. Yanında çuvalla gezdiğini söyledi babam. Barutu, çakılı ve fitili ateşlemenin

zorluklarından bahsedince maharetmiş gibi avcılığa da gelindi. Oturanlardan başında takkesi

olan ve damarlı ellerini havayı döver gibi sallayanı “Biz Kaxu’dayken evin ön bahçesinde nar

ağacı vardı. Nar ağacına bir şey tünedi.” Amcam ki babasına amcam diyor. Onun da

meselesini daha önce anlatmışlardı da şaşırmamıştım. Babaları, babasının yanında baba

denilmesinden utandığından “amca “deyin diyor. Öylece babasından rahatlıkla bahsederken

amca diyor. “Amca köyün sahibine bu ne deyip sorunca, bilmiyoruz. Kaçtır gelip konuyor.”

denilmiş. Ağacın üstündeki tekrar başka bir gün konunda silahı alıp gümlemiş. Fakat havyanı

tam isabet etmediğinden yaralamış, yakınına gidince kocaman gözlü “Bêt” olduğunu görmüş

ve üzülmüş. Çok güzel bir hayvan, sesi bizim buraları doldururdu dediler de şimdilerde

kalmamış. Mahir bir avcı olan amcam, su değirmenleri olan köyün yakınında suya inmiş bir

“Bêt” sürüsü görmüş. Çuvalına davranmış ve ateşlemiş ikisini vurmuş fakat ağır olduğundan

kaldıramamış. Yakın köyde kirveleri olduğundan haber salmış ve eşek göndermişler.

Büyükçe deyip ellerini açıyor babam, Hindiye benziyor deyince merakımın şiddeti artınca

telefonumun ses kaydına basıyorum. Av, avcıdan seksen darbesi dönemlerine başka bir av

avcı meselesine geçiş yapıyorlar. Talebeler, ellerine bir bavulla köylere gelip tebliğ eden

sahabe misali tebliğ ediyorlarmış. Bazen köylüler misafir edecek kadar zengin olmayınca

köyün ağasının evinde misafir edilirlermiş. Fakat ağanın misafiriyken “ağalık düzenini

yıkacağız demek” ayıplandığından ülkenin geri kalmışlığından bahsedilirmiş. Ağaysa biraz

katlanıp, misafirleri birilerine emanet edip çıkarmış. Bazense ağalar gidip şikâyet edince köy

yoluna giren askeri aracın gelişini gören köylüler samanlıklarda saklar ve onlar gidince gece

karanlığında uğurlarlarmış. Ziraatçi kılığında köylere askerler gelirmiş ve köyde kimlerin

ikamet ettiğini öğrenir, talebelerin uğrayıp uğramadığını aslında sorgularlarmış. Maksut

Ağa’nın vurulmasına kadar gelindi. Hacı Maksut ilçenin tek camisini yaptırmış. Zengin ve

kendi babasının atasının ismine layık bir şekilde yaşayan bir ağa evine misafir gelen talebeler

yemek yedikten sonra köylülerle irtibata geçer. Köylülerle biriyse yan köydeki karakola atla

gider. Koştura koştura komutana anlatır. Ağa kasabadayken sorgulanır. Azar işitir. Köye

baskın yapılır. Köylüleri meydana toplarlar. Kadınlar hariç erkeklerin hepsini toplar soyarlar.

Komutan öfkesini kusar. Sonraysa talebelerden biri vurulur. Artık Maksut Ağa ile talebeler,

iki karşı kutup olur. İnfaz kararı çıkar. Kasabaya alışverişe gelen ağa, belediye kahvesinin

önünde, çarşının orta yerinde vurulur. Babam “üç gün cenazesi yerde kaldı. O zaman

böyleydi infaz edip cenazesini yerde bırakırlardı. İbret olsun diye” Cenazeyi almak

isteyenlerden birini de vurmuşlar. Cümleleri ve birbirinden felaketli ölümleri tüketince ev

sahibini rahatlatmış olmanın huzuruyla kelimeleri azalttılar. Kalmış olmanın, hayatta olmanın

gururunu yaşar gibi ayaklandık.

Arabaya tüneyince, köyün sağındaki tepenin yanı başından geçerken atlar kişnedi zihnimde.

İçinden en beyaz olanını misafiri olduğumuz evin mevtasının oyulduğu dağa dört nala

sürmek istedim. Tahtadan bir atın sırtında onu omuzlarken alelacele nasıl da anılara nesli

tükenen bir hayvan gibi karıştığını düşündüm. Boş tarlaların kenarından uğultuyla geçerken

bahsi geçen hayvanın ismini babama sordum. “Bilmiyorum “dedi. Sözlüğü karıştırdım.

Kuşumun adı “toy kuşu”



*Otis Tarda; Toy Kuşu’nun bilimsel adıdır. Kuş Toy familyasından ürkek bir kuştur.

Dünyada uçabilen en büyük kuşlardan biridir.


CAHİT HOŞOĞLU | MATEMATİKTEN ANLAR MISINIZ?

MATEMATİKTEN ANLAR MISINIZ?


"Hocam, matematikten anlar mısınız?" (?)

Bu ne şimdi? Matematikten anlar mıyım?

Anlar mıyım? An matematiğinden, muhtemelen. An'dan da muhtemelen. Matematikten?

Anlar mıyım, bilmiyorum.

An ile matematiği birbirine karıştırmak lazım.

An ile matematiği araştırmak lazım.

An ile matematiği ayrıştırmak mı lazım? Bilmiyorum.


Matematik, otomatik olarak sayı bilimi.

Neyi sayıyoruz?

Koyunları, insanları, parayı, zamanı, uzaklığı...

Sayabildiklerimiz.

Zekâyı? Zekâyı sayabilir miyiz?

Saygı'yı sayabilir miyiz?

Sevgiyi?

Korkuyu?

Doğayı sayabilir miyiz?

Sayınca ne çıkacak?

Nasıl çıkacak?

Sayarsak nereye çıkacak?

Sayı işinden kaçmak istiyorum.

Saygı istiyorum ben, sayı değil.

Saygı sayıya galip gelsin istiyorum. Saygı sayıya galip gelecektir.

Saygı sayıyı yok etsin istiyorum. Saygı sayıyı yok edecektir, biliyorum.

Bir de kaygı var, ona girmiyorum. Melânkolik bir şey, derin endişe...


An'lar mıyım?

Anlar mıyım?

An mıyım yoksa ben? Şimdiki an, şu an.

An'a bakıyorum bir an. An'a bağlı bir hoşluk ve sonsuz bir boşluk görüyorum.

An her şeyi yutuyor.

Sayılar eriyor an'da. (Sıfır'la akrabalık görüyorum an'da) 

Saygı, büyüyor.

An, duvarları olmayan bir hapishane. Her an içindeyiz. Kurtulamıyoruz.

An bitince, ansızın, an’sız kaldık, üşüyoruz.

Yataksız, yorgansız kalmak gibi bir şey bu.

An'dayken, an'layken doluyuz; an geçiyor, boşalıyoruz. bizi boşaltıyorlar.

Beni boşalttılar an önce.


"Hocam, matematikten anlar mısınız?"

Anlıyorum. anlıyorum sizi çocuklar. Sizi sevgi ve saygıyla anlıyorum.


"Hocam Din Kültüründen?"


Daha neler...

MEHMED ŞAHİN KAÇAR | kağıt keser kalem kırar

..Bu hainlik sende baki 

Yüzün melek için şaki 

Gebereceksin illaki 

Elimden kuşkun olmasın


Atan firavn'a sor beni 

Cimri karun'a sor beni 

Dostum harun'a sor beni 

Cennette köşkün olmasın


Kâğıt keser kalem kırar 

Yavan sohbet gönül yorar 

Şaşı topaldan yol sorar 

Çobansız meşkin olmasın

MEHMET ZEYD İMAMOĞLU | EYLÜL

o tabut gıcırtılı kapıyı aralıyorum

bir eylül daha karalıyorum puan tahtasına

bu gurur benim değil herkes bilsin

biri toplasın eylüllerimi

biri silsin.


AYLİN ÖZER | KARGA KRALLIĞI


ölmek üzere olan bir kargaya selam verdim gülhane'de

gürültülü gri bir asır geçirmişti.

cumhuriyet anıları, savaşlar, ihtilaller,

fermanlar...

'Yüzyıllık Yalnızlık' dedi serçenin biri göğü öpen ağaçlardan

karga: gak! diyebildi sadece.

başka ses çıkmadı son bakışından.

mısırlar, günebakanlar, korkuluklar...

düşünüyordu genç günlerini kanatlarının

(dalıp giden gözlerinden görünüyordu uçtuğu sonsuz mavilik)

şimdi yaşlıydı yorgun kanatları

tüyleri ve anıları eski ve uzak bir hatırada ürperiyordu

renksiz gördüğü her şey; karga krallığıydı

siyah-beyaz bir hanedan,

insana dair ne varsa

darağacında sallanan..

elimde bir tüy var şimdi

siyah ve tek bir tüy

bu şiiri o tüyle yazıyorum!

(ben mi yaşlıyım yoksa cumhuriyet mi daha genç?)

asırlarca hüküm süren krallar gibi ölür

yüzyıllık yalnızlıklarda kargalar...



EROL KAF | MOLA YERİ HİKAYELERİ (KÜÇÜREK ÖYKÜ)

 bir.

yer ve zaman belirtilmemiş.

kışmış. soğukmuş. daha çok üşümek için yola çıkmışız. iyice sokulmak için birbirimize daha soğuk olsun istemişiz. kol kola girmişiz. ellerimizi aramışız. bulunca içimiz ısınmış. ama biz ısınmamışız. aynı rüyadan uyanınca ağlamışız. uzaktan bir türkü işitip kendi kıyametimize gülümsemişiz: " şu gönlümü sana değil; boz bulanık sele verseydim."

iki.

yer ve zaman belirtilmemiş.

kadın adama heyecanla bir şeyler anlatıyor. adamın ağzından duman çıkıyor. sigara dumanı mı yoksa eksi beş derece erzurum dumanı mı bulunduğum yerden seçilmiyor.

adamda heyecan yok. bulunduğum yerden görebiliyorum. ben karanlıktayım onlar aydınlıkta. havanın eksi beşini benzincinin saati söylüyor. ama sanırım saati yanlış söylüyor. çünkü saat 66:66. her bozuk saat günde iki kere doğruyu göstermiyor.

 
üç.

Osmancık
Kasım Gece

durmak zorunda kaldığımız yer bir mola yeri değil. nasıl olduysa arıza yaptı otobüs. en yakın mola yeri 3 km. “dileyen yürüsün, geçerken alırız.” dedi muavin. yürümeyen 10 kişiden biriydim. korkudan değil, yorgunluktan. biraz da başıma gelen hiçbir şeyin sebepsiz olmayacağını düşünürüm. sanki sebep sonuç akışını çeşitlendirirsem aksilikler peş peşe gelecek hissine kapılırım. sonrası panik. sonrasında ne mi oldu? yürüyerek mola yerine gidenlerden biri kalp krizi geçirmiş. benim yaşlarımda. adam ingiliz'miş. ben kalp krizine değil de ingiliz olmasına takıldım. ingiliz'in çorum'dan geçen bir otobüste ne işi olabilir. ben manchester'a gidiyor muyum. içimdeki turist içimin yerlilerine söverken otobüs hareket etti.

dört.

Kızılcahamam/Kargasekmez
Temmuz, Gündüz

tesis değil burası. orta yaşlı kirli sakallı bir ademoğlu zerzevat satıyor. armut almak için durduk. sacit, armut sevmez. o da sigara içti. kamışlardan yapılmış bir şemsiyeye sığınmış ademoğlu. arkasında bir mezar. bir karaltı. “o kim?” dedim. “oğlum.” dedi. mezardaki babaannesi. sırayla gidip başında bekliyoruz. bekleyince daha çok zerzevat satıyoruz. “batıl itikat” deyip geçemedim. “ölüden medet ummak” demedim. “ölüyü ticarete alet etmek” de demedim. desem öldürdüm. Demedim, sacit'e de bir armut aldım, yola devam ettik.
 
 
beş.

Hendek / Eylül, Akşam

- Buranın çayı hep soğuk.
- Sen de soğuksun.
- Senin soğukluğuna karşılık veriyorum.
- Bakar mısınız? Bu çayı alıp sıcağını getirir misiniz?
Acı acı gülümsedi. “Bu son yolculuğumuz ve sen çay derdindesin.”
dedi. İçinden. Ama ben duydum. Cebinden bir mektup çıkardı. “Ben

buradan döneceğim. Bir boş yer vardır bir otobüste elbet.” dedi. Mek-
tubu aldım. Cebime koydum. Kalktı yürüdü. Ardından baktım. Sesim

boşlukta kaybolur korkusuyla konuşmadım.

Garson çayı getirdi. Çay, sıcaktı. Dilimi yaktı. Kalktım. Otobüse bin-
dim. “Zonguldak’tan İstanbul’a devam eden bilmem ne turizmin sel

yolcuları...”
Mektubu okumayı unuttum. Siz de unutun.
 
altı.

Katmandu Cafe / Kırklareli / Ağustos; Öğlen
 
Birbirimize bakmadan konuştuk. Birimiz birimizi yormadan.
Denize bakıp denizi yormadan.
Ellerimiz tutuşmadan içimizdekini tutuşturmadan.
Kendimizde değildik.
Sustuk.
Göğe bakıp mavi dilendik.
Kırk yıldır birlikte susan ağaçlar gibiydik.
Beraber yeşeren.
Beraber dökülen.
 
yedi.

zonguldak tren garı | ikindi | mart 1994

yorgun yüzlü kırkbeş yaşlarında bir adam beni süzüyor uzun uzun. sonra bakışları kısalıyor, gözleri kısılıyor. uykulu bir hal alıyor. gelen trene binip gidecek. gitmeden bana bir şey söylemek ister gibi bakıyor. yanımdan geçerken bir kağıt düşüyor cebinden ilgilenmiyorum. tren gidiyor. kağıt kalıyor. merakıma yenilmemeliyim. ama merak yenilmek içindir. bakıyorum kağıda. alıp okumak istiyorum. alıyorum ve okuyorum kağıttaki yazıyı.

这是我最后一次。我不会回来。

yazıyor. okuyucu olarak sen orada ne yazdığını anlamadın tabi. ben de anlamamıştım. şimdi anlıyorum. ama anlamanın kazası yok.
kırkbeş yaşlarındaki yorgun yüzlü adam kimbilir kime dert yandı da
okuması bana kaldı.



sekiz.

bursa yeşil cami avlusu
kasım 1994 | fecr-i kazip

üşüyoruz. birbirimize yakın duruyoruz. sabah namazı için henüz erken. kimse inmedi otobüsten o yüzden. aslında gezmek için geldik. seferi olanlar namaz kılmasa olur mu. nasıl olsa yarım kılıyoruz. yarıma izin veren din kılmamayı da hoş görür değil mi. namaz bir şey değil de buz gibi suda abdest almak müşkülattan.uyudum.uyandım. otobüsten indik. çünkü, essalatü hayrun minennevm. soğuk aynı soğuk. su aynı su. abdest aldık. çene titreten bir namaz. içimdeki huzura ve dinginliğe rüyada görsem inanmam.
Allah kabul etsin.

MENEKŞE YILMAZ | YAS

 


kırgın değilim 
kemiklerimde hekimlerin tanı koyamayacağı bi kırıklık
kalbim bilinenden daha ağır 
omuzlarımda tezatlık hafif ve naif
kuş olup uçacakmış gibi
vardır sineye çekilmeyen bir kayıp
bir avuç toprağa bakan iki çift göz yastadır
bu kadar çok kırgın olmasaydım eğer
bağıra bağıra ağlamak isterdim 
uykuları unutturan omuzlarımdaki yükü kim kaldırdı 
bilmem ki acımı hangi dağ 
taşımayı bu kadar çok ister

yeşildi boyanırdı yüreğim
o bana bahsedince hayatın içindeki yorgunluğundan
konuşmak birine bu kadar yakışır,denk düşerdi 
yorgunum derdi bir araba dolusu lafı gülüşleriyle ezerek
hiç susmasın isterdim 
şimdi upuzun bir suskunlukta ve kayboluşlar da
ben konuştuğu her saniyeyi hatırlayarak içten içe yanmakta
ayaklarım ağır omuzlarım annesini ağlayarak bulmaya çalışan yetim 
kamburlandı çiçek 
Ve de soldu solacak 
ya da sevdiğim herşey gibi o da yaslara alışacak

9 Nisan 2023 Pazar

MEHMET ŞEVKET ÖZHAN | İKRÂ

 




Perestin putunu
Onu sen puştun peresti oku
Sârenin ağzından dinle
O bıçağın keskin ucunu.
Yitik bir dilden doku
Anlamlı kıl ölüdeniz parşömenleri

Harran’dan Mekke’ye sonsuz yürüyüşlerini.
Vaadedilmemiş topraklara
Vaadedilmiş çocuklar on iki soydan.
Asuman* kurban ister
Her yer kan kan kan...


*Tevfik FİKRET’ e dua ile.