Kendini beğenmiş Tahta At'ı çıkardılar sonra,
Yayıldı ortalığa yanık sedre kokusu.
Huylandı öbür atlar bu büyülü kokudan.
Sonra göründü Muhammed'in damadı Ali'ye
Benzer iyi huylu Düldül, edep yeri kapalı,
Dolandı çok tanrılı atlar arasında ağır ağır,
Melih Cevdet Anday
Çamurdan sıvayla sıvanmış ahırın, güneş doğuran penceresinden buğu misali at kişnemesi
yükseldi.
İçteki mavi demir kapıyı, avuç içimle yumrukladım. Demirin sertliğini avucumda hissettim
de kalbim sertleşsin istedim. Güm, güm güm.... Perde araladı. Kapı açıldı. Desenleri bin
yıldan kalma Adıyaman halısı uçan halıymış gibi sırtladı bizi. Sırtlayıp Kaf Dağı’na
götürmekten usanmış halde yanı başımızdaki tepeye bıraktı. O zaman gri atı rüzgarla
yarıştıran onu gördüm. Dimdik ayaktaydı. O tepeyi nasılda hızlı çıkıyordu. Bizse pencereden
geçerken izlemiştik de aynadan küçüle küçüle uzaklaşmıştı. Sonra aile büyüklerinden birileri
gelince rüyadan uyanmışçasına ayaklandık. Sustuk hep beraber, şaşırdık da “ölü evine teselli
vermeye gelmiş insan “çaresizliği içinde çırpındık bir süre. Sonunda çölde bir yol bulmuş
gibi birileri eski anıları yokladı. Tahta somyalardan birinin kenarına at misali bindiğim
demlerden kalma amcam anıldı. Ölünce bir tek kavalı kaldı. Geliniyse yıllarca çile çekmiş
olmasına rağmen mağrur bir şekilde “Tek hatırası bu! Çok kişi istedi, kimselere vermedim”
deyip madalya misali kavalı saklamıştı. Zayıf, uzun ve ince bıyıklarıyla tek tük kelamları
aklımın köşesine kazınmıştı. Bir çizgi filmde gördüğüm silahtan açıldı konu “içine barutu
koyup” taş ve çakıl sıkıştırıldıktan sonra patlatılan bir silahtan bahsedince amcama sıra
gelmişti. Yanında çuvalla gezdiğini söyledi babam. Barutu, çakılı ve fitili ateşlemenin
zorluklarından bahsedince maharetmiş gibi avcılığa da gelindi. Oturanlardan başında takkesi
olan ve damarlı ellerini havayı döver gibi sallayanı “Biz Kaxu’dayken evin ön bahçesinde nar
ağacı vardı. Nar ağacına bir şey tünedi.” Amcam ki babasına amcam diyor. Onun da
meselesini daha önce anlatmışlardı da şaşırmamıştım. Babaları, babasının yanında baba
denilmesinden utandığından “amca “deyin diyor. Öylece babasından rahatlıkla bahsederken
amca diyor. “Amca köyün sahibine bu ne deyip sorunca, bilmiyoruz. Kaçtır gelip konuyor.”
denilmiş. Ağacın üstündeki tekrar başka bir gün konunda silahı alıp gümlemiş. Fakat havyanı
tam isabet etmediğinden yaralamış, yakınına gidince kocaman gözlü “Bêt” olduğunu görmüş
ve üzülmüş. Çok güzel bir hayvan, sesi bizim buraları doldururdu dediler de şimdilerde
kalmamış. Mahir bir avcı olan amcam, su değirmenleri olan köyün yakınında suya inmiş bir
“Bêt” sürüsü görmüş. Çuvalına davranmış ve ateşlemiş ikisini vurmuş fakat ağır olduğundan
kaldıramamış. Yakın köyde kirveleri olduğundan haber salmış ve eşek göndermişler.
Büyükçe deyip ellerini açıyor babam, Hindiye benziyor deyince merakımın şiddeti artınca
telefonumun ses kaydına basıyorum. Av, avcıdan seksen darbesi dönemlerine başka bir av
avcı meselesine geçiş yapıyorlar. Talebeler, ellerine bir bavulla köylere gelip tebliğ eden
sahabe misali tebliğ ediyorlarmış. Bazen köylüler misafir edecek kadar zengin olmayınca
köyün ağasının evinde misafir edilirlermiş. Fakat ağanın misafiriyken “ağalık düzenini
yıkacağız demek” ayıplandığından ülkenin geri kalmışlığından bahsedilirmiş. Ağaysa biraz
katlanıp, misafirleri birilerine emanet edip çıkarmış. Bazense ağalar gidip şikâyet edince köy
yoluna giren askeri aracın gelişini gören köylüler samanlıklarda saklar ve onlar gidince gece
karanlığında uğurlarlarmış. Ziraatçi kılığında köylere askerler gelirmiş ve köyde kimlerin
ikamet ettiğini öğrenir, talebelerin uğrayıp uğramadığını aslında sorgularlarmış. Maksut
Ağa’nın vurulmasına kadar gelindi. Hacı Maksut ilçenin tek camisini yaptırmış. Zengin ve
kendi babasının atasının ismine layık bir şekilde yaşayan bir ağa evine misafir gelen talebeler
yemek yedikten sonra köylülerle irtibata geçer. Köylülerle biriyse yan köydeki karakola atla
gider. Koştura koştura komutana anlatır. Ağa kasabadayken sorgulanır. Azar işitir. Köye
baskın yapılır. Köylüleri meydana toplarlar. Kadınlar hariç erkeklerin hepsini toplar soyarlar.
Komutan öfkesini kusar. Sonraysa talebelerden biri vurulur. Artık Maksut Ağa ile talebeler,
iki karşı kutup olur. İnfaz kararı çıkar. Kasabaya alışverişe gelen ağa, belediye kahvesinin
önünde, çarşının orta yerinde vurulur. Babam “üç gün cenazesi yerde kaldı. O zaman
böyleydi infaz edip cenazesini yerde bırakırlardı. İbret olsun diye” Cenazeyi almak
isteyenlerden birini de vurmuşlar. Cümleleri ve birbirinden felaketli ölümleri tüketince ev
sahibini rahatlatmış olmanın huzuruyla kelimeleri azalttılar. Kalmış olmanın, hayatta olmanın
gururunu yaşar gibi ayaklandık.
Arabaya tüneyince, köyün sağındaki tepenin yanı başından geçerken atlar kişnedi zihnimde.
İçinden en beyaz olanını misafiri olduğumuz evin mevtasının oyulduğu dağa dört nala
sürmek istedim. Tahtadan bir atın sırtında onu omuzlarken alelacele nasıl da anılara nesli
tükenen bir hayvan gibi karıştığını düşündüm. Boş tarlaların kenarından uğultuyla geçerken
bahsi geçen hayvanın ismini babama sordum. “Bilmiyorum “dedi. Sözlüğü karıştırdım.
Kuşumun adı “toy kuşu”
*Otis Tarda; Toy Kuşu’nun bilimsel adıdır. Kuş Toy familyasından ürkek bir kuştur.
Dünyada uçabilen en büyük kuşlardan biridir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder