bir sabah icat ettim kendime, geceyle küstük
bıçak yaralarımdan felsefeler yaptım ona
buzullar gibi eridi bünyem, ihtiyar ihtiyar zamana inandım
kıyısı olan ve kıyıcı olan her şey soğuk kanlıdır dedim
susan kanun kaçakları
hemen hemen her kabilede öldürülen bir Shakespeare
dökülen yapraklar ve kedi köpek tüyleri
ne alakası var deme, öyle denmez, öyle olmaz ki
bir melek düştüğü zaman hiç ses çıkarmaz örneğin
ama bilinsin, ben bu derse hepimiz için girmedim
bu bir isyansa ve sesimiz çok kısıksa
kimseyi çağıracak bir masamız dahi yoksa
üstüne üstlük bir de sigara falan da içmiyorsak
ne yapalım dersin
başka işimiz yoksa eğer
artık kaybedelim mi
bedenim ruhumun korkuluğudur
ellerin her gayretimin yalnız bırakılmış efendisi
gerdanın ve parmak uçlarımın kanlı nal izleri
ben seni unutmak için bürokrasiyi bile affettim
kim bilir kaç kere şafak söktü peşinden
ihmal ve ihtimaller
kahretsin deyip geri çekildim
önümde yalnızca senden söz edilmiş binlerce sessizlik
milyonlarca ağıt yakmanın ergenliği
hüznü bir çırpıda dağıtan öfke
sana bir aynanın ardından bakmaya yeltendim
sense her rüzgarda
ne zaman birazcık çırpınsan
kanatların var zannettin
ama merak etme geçti
en son burası dünya demiştim
canım benim
bizler de geçeceğiz
piyon dediğin elbette piyanodan daha vahşidir
güzelliğine seçilmiş bu dünya
güzelliğine edilmiş her huysuz yemin
ve güzellikle uslanıp söz verdiğim
kuşların bir köşeye sokula sokula ölüverdiği
diş etlerimizi kanatan bir filmin final sahnesi gibi
kısaca demek istediğim bu bir masayı ikiye böler gibi değil
gidip bir masayı sahiplenir gibi bir vazgeçiştir
çünkü; yaşamak, bir davettir
foto: erol kaf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder